Ergin Yıldızoğlu yazdı : Büyük sürüklenme


ABD ve İngiltere’de jeopolitik
alanında rastladığım kimi
çalışmalar önemli bir korkuyu
yansıtıyordu: Dünya bir “Büyük
Savaş”
a doğru sürükleniyor. Artık,
kapitalizm, “küreselleşmenin” (ABD
hegemonyasının) dünyasından farklı bir
yerde. Örneğin McKinsey araştırma
şirketinin bir raporuna (Multinationals
at a crossroads: Adapting to a new
geopolitical era)
göre çokuluslu
şirketler (ÇUŞ), on yıllardır, tedarik
zincirlerini, yatırımlarını ve üretim
ağlarını sadece maliyet ve verimlilik
üzerinden tasarladılar. Bu dönem sona
eriyor. Küresel rekabet, artık, yalnızca
piyasalarla, teknolojiyle sınırlı değil.
Kritik madenler, enerji altyapısı, iletişim
kabloları ve lojistik ağlar, doğrudan
jeopolitik cephelere (paylaşım alanlarınaEY) dönüştüler.

Günümüzde hayat, cep telefonlarından
savaş uçaklarına, elektrikli araçlardan
füze sistemlerinin üretimine çoğu
kez isimlerini bile bilmediğimiz bazı
elementlere dayanıyor. Bu minerallerin
üretim, arındırma süreçleri üzerinde
tekelci bir konuma sahip olan Çin,
2025’te ABD ve müttefiklerinin
yarı iletken teknolojilerine koyduğu
kısıtlamalara karşılık, germanyum ve
galyum ihracatını kısıtlayarak, konumunu
bir jeopolitik silah olarak kullanabiliyor.

Geopolitical Monitor’dan Nicholas
Weber “Unsecured Fronts: How
Hybrid Warfare Influences Strategic
Competition”
başlıklı çalışmasında
(25/06/2025) bu sürüklenmenin,
ekonomik yaptırımlar, siber saldırılar,
sabotajlar ve hammadde ambargolarıyla
ilerlediğine dikkat çekiyor. Lawrence
Freedman
“The Age of Forever Wars”,
(Foreign Affaires Mayıs/Haziran 2025)
başlıklı yazısında, savaşların, artık
kısa sürede bir zafer getirmediğine,
beklentilerin aksine sonu gelmez
çatışmalara açıldığını saptıyordu.

ÇUŞ VE JEOPOLİTİK

McKinsey raporuna göre ÇUŞ, şimdi
çok zor tercihlerle, karşı karşıyalar: Çin
gibi denetimli piyasalardaki kâr oranlarını
sürdürmek, artık savaş, yaptırım, el
koyma veya ani tedarik kesintileri riskine
değiyor mu? Ekonomik verimlilik, hukuk
düzeni ve mülkiyet güvencesi üzerine
inşa edilen eski dünya hızla dağılıyor.
Foreign Affaires’te Wess Mitchell’in (The
Return of Great-Power Diplomacy)

May/June 2025) vurgulandığı gibi Soğuk
Savaş sonrası dünyanın, kurumlarının,
kurallarının barışı garanti edebileceği
düşüncesi (ABD hegemonyasının
restorasyon beklentisi-EY) artık tarih
oldu.

Bir süredir, ABD, Çin ve Rusya,
sadece bölgesel nüfuz alanları üzerinden
değil; enerji, hammadde, veri ve üretim
teknolojileri üzerinden de rekabet
ediyorlar. Bu sürüklenme içinde
diplomasi, açıktan bir güç mücadelesinin
aracına dönüşüyor. Trump yönetiminin
dış politikasında, Nazi hukukçusu Carl
Scmidt
’in, o dönemde yeni bir “Büyük
Savaş”
ın zemini hazırlayan “pluriversum”
teorisinin (dünyanın büyük güç arasında
paylaşılması savaşı önler) canlandığı
görülüyor. Gerçekte, böyle çok kutuplu
dünyada ABD, Çin ve Rusya’yı aynı anda
dengeleyecek kaynaklardan yoksun
ve “Büyük Savaşlar”, genellikle küçük
hesap hatalarıyla başlıyor.

VE TÜRKİYE

Dünya, enerji boru hatlarında,
nadir toprak madenlerinde, çip
ambargolarında ve altyapı sabotajlarında
ilerleyen bir ekonomik, diplomatik
savaş alanına dönüşüyor. Hem şirketler
hem de devletler için artık, tedarik
zincirleri sadece ticaret değil, bir ulusal
güvenlik sorunu ve ekonomik, finansal
bağımlılıklar,
potansiyel tehdit kanalları.
“Büyük Savaş” artık imkânsız değil. Ve
buna hazır olmayanların -ister devlet
ister şirket olsun- bu savaşın doğrudan
cephesi (paylaşım alanı)
olması
kaçınılmaz.

Bu savaşa giden süreçte, gıda, su,
enerji, yarı iletkenler, nadir maden
tedariklerine ilişkin rekabetin toplumlarda
yaşamsal basınçlar yaratması kaçınılmaz.
Bu sürüklenme içinde tek tek ülkelerin
güvenliği, askeri kapasitelerinin,
ait oldukları ittifaklar sisteminin

yanı sıra ve daha da önemlisi, ülke
içindeki ekonomik siyasi, hatta
kültürel dengelere, yönetimin
vatandaşlarından aldığı “rızaya”
dayanıyor.

Bu sürüklenmenin özelliklerine
bakınca, ekonomik ve kültürel krizler
içinde vatandaşlarından aldığı rıza
son derecede aşınmış, bu nedenle
“sandıktan” ısrarla kaçan, rakiplerini
hapse atarak, susturarak ayakta kalmaya
çalışan AKP Türkiye’sinin o ekonomik
siyasi, hatta kültürel dengeler alanında

hiç güven vermediği görülüyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir