Lucius Cornelius Sulla dönemi;
Roma’nın yozlaşmaya, siyasal erkin
de çürümeye başladığı bir dönemdir.
Bunu fırsat bilip yeni bir iktidar yaratma
peşinde olan ve “soysuz biri” diyebileceğimiz
“gözü kara, tutarsız, megaloman” Lucius
Catilina, bu çıkar kesiminin öncüsü olarak
ortaya çıkar. Öncelikli hedefi, konsül seçilip
tüm gücü ele geçirmek için gerekli olan
o ilk adımı atabilmek olur ancak bunu bir
türlü başaramaz. Yine de yeni konsül, umut
bağladığı Caius Antonius olur.
Gidişattan endişe duyan dürüst insanlar,
artık bu yönüyle kendini kanıtlamış Cicero’yu
da konsüllük makamına seçerler. İleride,
birbirinin ezeli rakibi olacak Cicero ve
Antonius burada yan yana yer alır.
Sulla’nın kurduğu tiran rejimi; yaşanan
kargaşayı bastırabilmek için getirdiği “yeni
kanunlar”a dayanarak “sınırsız kudrete sahip”
bir komisyon seçer. Böylece Roma’da politik
rejim, değişmenin eşiğine gelir.
Kendilerine büyük bir güç tanınan on kişilik
bu komisyona “…devlet mallarını satma,
istedikleri kişileri yargılama, istediklerini sınır
dışı etme, koloni kurma, devlet hazinesinden
para çekme ve istedikleri kadar asker toplayıp
donatma yetkileri veril(ir).” (*)
Cicero, Senato’da bu kanunlara yüreklice
karşı çıkar. Öyle ki bu tavrı, kanunu çıkaranları
savunmasız bırakır, her birini tedirgin etmeye
başlar.
Hatta Cicero, mevcut rejimi, çıkaracakları
yasalarla değiştirmek isteyenlere o namlı
nutkuyla öyle bir korku salar ki hayal edilen
yasaların çıkmasını engeller.
Plutarkhos, bu konuyla ilgili şöyle
söylemiştir sevgili okurum:
“Bu adam Romalılara hitabetin ne kadar
önemli olduğunu, hakların doğru şekilde
savunulması halinde ne kadar çürütülmez
olduğunu öğretti. Aynı zamanda siyasetle
uğraşan birinin kulaklara hoş gelen şeyler
söylemekten çok, söylediklerinin doğruluğunu
davranışlarıyla kanıtlaması, kamu için üzücü
olabilecek şeyleri söylemekten kaçınması
gerektiğini gösterdi.”
Fakat Cicero bununla da kalmamış, adeta
“yurt savunması”nda da sorumlu hissetmiştir
kendini. Yaratılan kargaşa ve baskı
ortamında Catilina’nın, rejimi değiştirmek
için senatoya baskı yapmasına, kendisini
de kıskaca almasına karşı güçlü bir duruş
sergilemiştir. Öyle ki tehlike kapısının eşiğine
kadar gelmiştir.
Tasarlanan katliamda onun da yok edileceği
söylentileri yaygınlaşınca, Cicero, Senato’ya
giderek yapılacakları/olabilecekleri anlatır.
Ayaklanmanın ayak sesleri yükselmektedir.
Bunun üzerine Senato, şehri kurtarmak
şartıyla yetkiyi konsüllere devreder.
İktidarı eline alan Cicero içişlerini üstlenir,
Cuintus Metellus’a da dış işlerini verir.
Ancak Roma’da kargaşa sürmektedir;
ardı ardına oluşan komplolar karşısında
Cicero, ileride diktatörlüğünü ilan edecek
olan Caius Caesar’la yan yana yürümek
zorunda kalır. Ama bir süre sonra Caesar,
muhaliflerle birlikte hareket ederek Cicero’nun
egemenliğini yok etmek ister. O dönem idari
ve askeri açıdan üst düzeyde görevli bir
tribunus (halk temsilcisi) olan Cato; itibarını
kullanarak, bütün o planlara karşı çıkar ve
Cicero’yu cesaretle yaptıklarından dolayı
yüceltir. O güne değin kimseye verilmeyen
“vatanın babası” onur unvanı da böylelikle
Cicero’ya verilir.
Plutarkhos, Cicero’nun ihtiraslı biri
olduğundan söz ederken, şu yanının da
altını çizer: “Çoğu kez hatiplikteki üstünlüğü
konusunda gururlanmaktan, doğruyu göz ardı
ettiği bile olurdu.”
İşte bu özelliği Cicero’nun, kimi kez “ışığa
karanlık düşüren” yanıdır. Belki de buna,
“siyasetin körlüğü” demeli!
Günümüzün siyaset arenasında da
böylelerine sıklıkla rastlarız elbette. Gene de
derim ki; Cicerovari bir Roma yurttaşı olmak
zordur, zorludur; üstelik de cesaret ister.
Hele onun akıbetini hazırlayanın, bir zamanlar
yan yana durduğu Antonius olduğunu
düşünürsek… Üstüne üstlük, ihanetin timsali
“Brütüs”lerin çoğaldığı bir çağda…
—
(*) Dimosthenis-Cicero: Paralel Hayatlar,
Plütark; Çev.: İo Çokona, 2024, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları., 93 s.