Olaylar Ve Görüşler yazdı : ATATÜRKSÜZ milliyetçilik olur mu? – Prof. Dr. Utku Yapıcı


Milliyetçilik, bir söylem ve
pratik olarak uzunca sayılabilecek bir geçmişe sahip olsa da
milliyetçiliğin bir veri olarak
akademinin araştırma nesnesi haline gelmesinin tarihi pek
de eskilere gitmiyor. Çünkü
toplumu harekete geçirmede
bir işlev sahibi olan söylem ve
pratiklerin araştırma nesnesi haline gelmeleri kolay gerçekleşmiyor. “Akademik” yazının önemli bir kısmı, ne yazık ki, milliyetçilik karşısındaki politik tavırlarını bilimsel
açıdan meşrulaştırmaya çalışanların, bir diğer ifadeyle ona
karşı olumlu veya olumsuz değer yargılarını “bilimsellik” etiketiyle kabul ettirmeye gayret
gösterenlerin yapıtlarıyla dolu.

Bir akademik disiplinin yapması gereken en önemli iş,
alanının dış sınırlarını çizmek
ve disiplin ile ilgili temel kavramları tanımlamak kuşkusuz.
Milliyetçilik çalışmaları da yaklaşık 100 yıldır aynı şeyi yapmaya çalışıyor. Bu kapsamda
pek çok farklı milliyetçilik tanımı üretildi. Ama bence bu
tanımların en yerinde olanları
milliyetçiliği, millet olarak tanımladığı yapının çıkarını savunma iddiası ile açıklayan tanımlar.

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN KÖKENİ

Bu tanımlar, milliyetçiliğin
milleti tanımlama işlevini net
olarak ortaya koydukları gibi, aynı isimli bir milliyetçiliğin yaratabileceği farklı millet
ve çıkar tasarımları nedeniyle
farklı formlarının olabileceğini de kabul ediyorlar. Örneğin
Türk milliyetçiliğinin bir formu Türklüğü yurttaşlığa dayalı olarak tanımlayıp bu çerçevede çizdiği dış sınırlar içindeki
topluluğun çıkarını en iyi sosyal adaletten yana bir programla destekleyeceğini düşünüyorsa ve sosyal adaletin uygulanmasının temel gerekliliğinin emperyalizm karşıtlığı olduğunu vurguluyorsa, o
form yurttaşlığa dayalı, emperyalizm karşıtı, sol bir milliyetçilik olarak tanımlanabilir. Türk milliyetçiliğinin başka
bir formu ise millet kavramının içeriğini etnik, dilsel, dinsel
vb. kimlik öğeleriyle yükleyip,
bu grubun çıkarını en iyi neoliberal ekonomi modeliyle savunulacağını öngörebilir örneğin. Bu durumda farklı kombinasyonlarla, farklı Türk milliyetçiliği formları karşımıza çıkabilir.

Türk milliyetçiliğinin
tarihsel kökeninde
halkçılık olduğundan, Türk
milliyetçiliğinin kuruluş
itibarıyla sol bir tutunuma
sahip olduğunu iddia
edenlerdenim. Atatürk’ün
liderliğinde bu form yurttaşlığa
dayalı ve emperyalizm karşıtı
bir yönde gelişti. Ancak
zaman içinde alternatif Türk
milliyetçiliği tasavvurları da
oluştu. Hepsi, kendi millet
tanımları gereğince, bu kitleye
birilerini eklemekte, birilerini
çıkarmaktalar. ABD’yle ittifakı
milliyetçiliğin olmazsa olmazı
olarak gören milliyetçilik
formlarımız da oldu, Türkİslam sentezi düşüncesi
üzerinden dini milliyetçiliğinin
temeline yerleştiren
milliyetçilik formlarımız da.
Atatürkçülük için de aynı şey
geçerli. Örneğin yalnızca laiklik
üzerinden Atatürkçülüğü
dar bir biçimde okuyan ve bir
yaşam biçimine indirgeyen,
Batıcılık üzerinden onu (yanlış)
yorumlayan Atatürkçülük
formları da toplumsal ve
siyasal düzlemlerde varlıklarını
sürdüren Atatürkçülük
formlarına iki örnek.

MİLLİYETÇİLİĞİN ANA EKSENİ

Bugün PKK ile ilgili tartışmalar aslında böyle bir milliyetçilik ve Atatürkçülük tartışması
arka planında ilerliyor. Görülüyor ki, Atatürksüz bir milliyetçilik ile milliyetçiliksiz bir Atatürkçülüğü savunanlar, karşıtmış gibi gözükseler de, aynı
ortak zeminde buluşabiliyorlar. Oysa emperyalizm karşıtlığı ve halkçılığın -dahasını söyleyeyim, bir bütün olarak Atatürkçülüğün- milliyetçiliğin
ana ekseni olmasını gerektiren
bir uluslararası siyasal ve toplumsal konjonktürdeyiz. Bugün dış politikada başarının da
toplum desteğinin sağlanmasının da temel koşulunu bu dinamiği fark etmektir.

Tüm milliyetçilik ve Atatürkçülük iddiasına sahip olanların
bu argümanları, çok geç olmadan bir kez daha değerlendirmelerinde yarar vardır. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir